|
|||
Korku ticareti mi yaratılıyor? |
Tartışma | |||
![]() Ece Temelkuran ‘Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita’ kitabında bahsediyor; Venezüela’da hiç kuş yokmuş. Çünkü lüks sitelerin etrafını çevreleyen dikenli teller yüzünden kuşlar ölüyormuş. Bu birçoğunuz için ütopik gelebilir ama Venezüela için gerçek böyle ve ne yazık ki sitelere hapsolmuş bir yaşam tarzı giderek Türkiye’de de benimsenmeye başlandı. Yüksek duvarlarla çevrilmiş sitelerde yer alan evlerimize, yoğun güvenlik önlemleri içerisinde giriyoruz, şifre kullanıyoruz, kameralarla kayıt altına alınıyoruz. Hepimizde bir güvenlik paranoyası oluşmuş durumda. Bilinçli ve sistemli bir şekilde, bize sürekli dışarının tehlikeli olduğu telkin ediliyor. Sokaklarda dolaşmak yerine alışveriş mabetlerinde alıyoruz soluğu (AVM’lerin otoparklarına girerken arabalarımızın enine boyuna tarandığını da hatırlatalım). İnsanlara yardım etmekten korkar hale geldik. Toplumsallıktan uzaklaşıp bireyselliği yücelttik. Bencilliğin derin girdaplarında kaybolup gittik. Korku toplumuna dönüştük. İçimizdeki korku tohumu Hangimiz kalabalık bir eğlence mekanına giderken, terörist saldırısını aklında geçirmiyor? Ya da arabası, evi ve en önemlisi de kendi canı için sigorta şirketlerinin kapısını çalmıyor? Ya banka kartlarımız için bilmemiz gereken şifrelere ne demeli? Cüzdanımızda 10 tane kredibanka kartı taşıyoruz. Bunların hepsi için ayrı şifre kullanıyoruz. İnternette kullandığımız şifreleri de hesaba katarsak tam bir şifre karmaşası yaşıyoruz. Bırakın dış dünyayı, dijital dünyada bile bir yandan kendimizi deşifre ederken bir yandan da güvende hissetmek istiyoruz. Yoksa bir bakmışsınız; adımıza sahte profiller açılmış olabilir ya da en mahrem fotoğraflarımız, hiç tanımadığımız insanların bilgisayarlarını süsleyebilir. Hayatımızı güvenlik kurallarına uyarak yaşıyoruz. Biz korkup kendimize yabancılaşırken ve yalnızlaşırken, üzerimizden korku ticareti yapılıyor olabilir mi? ![]() Dönüşüm’deki gibi... İnsan bilmediği şeyden korkar. Bundan yüzyıllar önce insanlık korkusunu yenmeye çalışmış ve kısmen de başarmıştır. Oysa şimdi güvenli sitelerde oturmak da yetmiyor korkuyu dindirmek için... Akrabam tam da böyle bir sitede oturuyor ve oraya her gidişimde, 25 yıldır oturduğumuz mahallemizi düşünüp “Acaba biz yeterince güvende değil miyiz?” diye düşünüyorum. Akrabam ise kendisini kapana kısılmış bir fareye benzetiyor. Modern çağın insana öğrettiği ilk şey; başka insanlardan korkulması gerektiği... Korku, beraberlik içinde atlatılabilen bir duyguydu bir zamanlar. Artık beraber olmak da yalnız kalmak da çare olmuyor korkuyu yenmeye. Ne yazık ki ‘Dönüşüm’ kitabındaki insana (böceğe) benziyoruz. ![]() Yüzüm kente dönük yaşıyorum Çocukken oturduğumuz evden anneanneme, çimenlerin içindeki patika yoldan giderdik. Kardeşim benden üç yaş küçük, bense ilkokul çağında ya var ya yoktum. Kardeşimin elinden tutardım. Önce mahalle bakkalına uğrardık, sonra anneanneme kadar yürürdük. Apartmanlar, siteler, çift şeritli yollar var şimdi o patikada. Eski bakkalın yerindeyse bir çocuğun içinde kaybolacağı ‘süpermarket’... Her alanda teknolojinin hızla ilerlemesi, kültürün de değişim hızını arttırıyor. İnsanlar yaşam koşullarını yeniden düzenliyor; yer değiştiriyor, göç ediyor, unutuyor, yeni alışkanlıklar ediniyor, kentlerini terk ediyor... Kentle fiziksel ve duygusal bağınızı kopardığınızda, kent de size sırtını dönüyor ve çirkinleşmeye başlıyor. Yolları, kaldırımları bozuluyor, trafiği sıkışıyor, çöpleri birikiyor, sokaklarında kavgalar çıkıyor. “Bende yaşamıyorsun. Benim için bir şey yapmıyorsun. Unuttun beni!” hatırlatması yapıyor aslında. Ve biz güvenli olduğunu düşündüğümüz sitelerde, kenti unutarak yaşamaya devam ediyoruz. Kültür elbette değişken ama var olanın tamamen yok olması, onu koruyamamamız, önce birey olarak bizim sorumluluğumuzda. Kentlerin kimliğini kaybetme, dönüşme nedeni belleğimizi yitirmemiz ve kentin de anılarının olduğunu görmezden gelmemizde... Korku imparatorluğu da bizim unutkanlıklarımızdan ve cehaletten besleniyor bence... Bizi kentten, yaşamdan uzağa, görünen/görünmeyen duvarların ardına hapsediyor. Bir anda senin dışındaki herkes ‘öteki’ oluveriyor. Ben, kent ve mahalle yaşamına katılıyorum. Bakkala, manava selam veriyorum. Otobüse, metroya biniyorum. Yüzüm kente dönük yaşıyorum. Böyle güvendeyim; çünkü beslendiğim yerdeyim; çünkü sevdiğim/sevmediğim her şeyin tam ortasındayım... ![]() Güvenilirlik düzeyi düşük bir kültürüz Güvenlik, toplumsal şiddet frekansının yoğun olduğu kültürlerde yaşayanların birincil ihtiyacıdır. CEDAW’ın 2008-2010 Türkiye Gölge raporlarına göre, toplumumuzun yarısından fazlasında şiddetin psikolojik, cinsel ve fiziksel olarak görüldüğü açıklanmıştır. Bu nedenle, bilim insanı Maslow’un ‘İhtiyaçlar Piramidi’nde de yer alan; bireylerin barınma, beslenme ve ısınma gibi birincil ihtiyaçlarından olan ‘güvenilir bir ortamda yaşama’ istekleri de toplumsal şiddetin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Toplumumuzda şiddet, her sosyal sorunun dayandığı gibi olumsuz ekonomik faktörlerin yüksekliğiyle pozitif korelasyon gösteriyor. Çünkü birincil ihtiyaçlarını gideremeyen bireyler, giderebilenlerin güvenliğini tehdit edercesine saldırganlık eğilimindedir. Güvenlik ihtiyacı, toplumsal güvenilirlikle doğrudan ilişkilidir. Bireyler, sosyal hayatta baskı altına alınıp, güvenilirliklerinin tehlike altına girdiğini düşünerek değişik güvenlik önlemleri alıyor. Dinlenen telefonlar, hane ve araçlara yönelik darp olayları, bireylerin güvenlik ihtiyacını pekiştiriyor. Bu nedenle güvenlik ekipmanları üreten kuruluşlar, bizim gibi güvenilirlik düzeyi düşük olan kültürlerde var. Nitekim Kanada ve İsviçre gibi ülkelerde yaşayan bireyler, araç ve hane kapılarına ek güvenlik unsuru getirmeyi düşünmemekle beraber, kendilerine ait bu taşınmazları kilitlemezler bile. Bu sonuç, ülkemizdeki güvenlik önlemleriyle karşılaştırıldığında, toplumsal şiddetin o ülkelerde yok denecek kadar az ve sosyal güvenilirliğin üst düzeyde olmasından kaynaklanıyor. Güvenlik ihtiyacının giderilmesi ve bunun sonucu olarak bireylerin sosyal hayattan uzaklaşması da ayrı bir tartışma konusu. Bireyler şiddetle karşılaşmamak için güvenlik kalkanlarını artırma eğiliminde sosyal hayattan uzaklaşabilir. Bu nedenle, internet aracılığıyla kullanılan sosyal medya kanalları giderek popülerleşiyor. Bireylerin kendilerini bilgisayar ekranı karşısında güvende hissetmeleri ise sosyal ilişkileri zayıflatıyor. Son tahlilde, ekonomik faktörler güvenlik sorununa, güvenlik sorunu güvenlik ihtiyacı kapsamındaki önlemlere, bu önlemler de sosyal hayatın zayıflamasına sebebiyet veriyor. ![]() Korku içerisinde yaşıyoruz Dünyanın hiçbir metropolünde insanların kişisel güvenliği yüzde 100 değil. İstanbul’da yaşayıp kendini güvende hisseden çok insan var mıdır? Zannetmiyorum... Sabah uyandığımız andan itibaren, içimize korku pompalanıyor. İlk girdiğimiz internet sitesinde, 3. sayfa haberlerinde, ana haber bültenlerinde, hep “Bir gün sizin de başınıza gelebilir” hissi uyandırılıyor. Dolayısıyla endişeli ve mutsuz bir toplum oluşturuluyor. Ticarette boşluğun olduğu her alan ticarileşmeye mahkumken, güvenliğin ticari olmaması beklenemez. Taksim’e çıkarken artık 2 kere düşünüyoruz. Örneğin; “Ya bomba patlarsa” korkusunu çok belli etmesek de aslında içimizde taşıyoruz. Bu güvensizlik hissi, sosyal hayatlarımızı olumsuz etkiliyor. Kendimizi güvensiz hissettikçe ve güvenliği parayla satın alabildikçe, kendimizi daha iyi hissediyoruz. Kendini güvende hissetme isteği, insanın tabiatında olan bir duygu. Sabah kalktığınızda arabanızı koyduğunuz yerde bulamama olasılığınız varken, tabiî ki kasko şirketleri dostunuz olacak. Huzurlu yaşayabilmek için ticari de olsalar kendimizi güvende hissedebilmeliyiz. Aklınızda bulunsun Avrupa Özel Güvenlik Şirketi Birliği’nin raporuna göre, güvenlik konusunda Türkiye 257 bin 192 özel güvenlik görevlisiyle Avrupa’nın lideri. DENİZ VARGELOĞLU Seninle Dergisi Ocak 2011 Sayısı FOTOĞRAFLAR: THINKSTOCK / STOCKBYTE, ISTOCKPHOTO
|
|